Üzgünüm Bayım,
Bu akşam, ne yazık ki "Kimseye Mutlu Yıllar" demiyeceğim, Yeni yıldan da hiçbirşey beklemiyorum ne hali varsa görsün, önceki yıllardan ne gördük te 2014'ten birşey bekleyelim, siz istediğiniz kadar dilek tutun ben tutmayacağım, çünkü değişen hiçbirşey olmuyor hayatımda, günlerim her zamanki gibi aynı geçiyor, insanlar aynı, yalanlar aynı, kandırılanlar aynı, milleti soyup soğana çevirenler aynı ve buna rağmen bunları görmezden gelenler aynı, özlediğimiz insanlar yine uzakta olacaklar, sevmediğimiz insanlar yine burnumuzun dibinde kalacaklar, kadınlarımız yine sokak ortasında dayak yiyecekler, küçük yaştaki çoçuklarımızın yine bilmem kaç kişi tarafından tecavüze uğradığı haberlerini göreceğiz, ve hala Türk-Kürt diye ırkçılık yapan geri kafalı insanlar olacaklar, ve yine futbol maçlarında taraftarlar birbirini bıcaklayacaklar, ve yine insanlar takım tutar gibi babalarının oy verdiği partiye oy verecekler, ve yine cemaat hangi partiyi tutarsa o parti birinci gelecek, ve yine oy için Din ön plana çıkacak, ve yine çoğu insan umudunu şans oyunlarına bırakacak, ve yine Batıda Polis mudahale edince Katil ilan edip yuhlanacak Doğuda aynı şekilde mudahale edince KAHRAMAN ilan edip ayakta alkışlanacak... bunlar ve buna benzer şuan beynimin içinden geçen milyonlarca sebeb sayabilirim sizlere "Mutlu Yıllar" dememek için...
Ferit AKCAN
31 Aralık 2013 Salı
22 Aralık 2013 Pazar
Yalvarırım sana, şarkına devam et, beni de kovma
"Yalvarırım sana, şarkına devam et, beni de kovma." Quasimodo ise yine diz üstü ve ellerini bitirmişti, dua eder gibi duruyordu. Baştan ayağa dikkat kesilmişti, soluk bile almıyordu adeta. Gözlerini kızın parlak gözbebeklerine dikmişti. Şarkıyı onun gözlerinden dinliyordu sanki.
Bir başka sefer de utangaç ve beceriksiz bir eda ile kızın yanına geldi. Güçlükle konuşarak:
"Dinle beni, sana söyleyeceğim var," dedi.
Esmeralda:
"Seni dinliyorum," demek ister gibi bir işaret yaptı. O zaman Quasimodo içini çekti, dudaklarını araladı, bir an konuşmaya hazır göründü. Sonra kıza baktı. "hayır" manasına gelen bir başka hareketi yaptı. Başını elleri arasına alıp Esmeralda'yı hayretler içinde bırakarak yavaş yavaş çekildi, gitti.
...
NOTRE DAME'IN KAMBURU (Viktor HUGO)
17 Aralık 2013 Salı
Yolu yarılayan kadınlar
Yolu yarılayan kadınlar, duygularını yaşamasını bilir.
Davranışları sebepsiz değildir.
Kalbi kırıldıysa ağlar, ağlayışının sebebi
erkeğin ona sunacağı sevgi değildir.
Mutluysa kahkahalar atar, gözleriyle taa
derinlere bakar ancak gülüşünün sebebi dikkat çekmek değildir.
Seviyorsa kıskanır, kıskanç oluşunun
sebebi kendine güvensizlik değildir.
Üzgünse omuz arar, destek istemesi çaresizliğinden değildir.
Suskunsa sebebi vardır, veda vaktinin geldiğini bildiğindendir.
Siz sebebini ararken o çoktan anlayıp kendi yoluna gidendir.
Her gidiş kadını daha da kadınlaştırır.
Gidenin ya da gelmeyecek olanın
ardından bakacak kadar hayatın uzun olmadığını anlamıştır.
Ve erkeği, böyle bir kadının gidişi kendine getirir.
Ve gizem kadına en çok bu yaşlarda
yakışır ve bu yaşlarda kadın, kadındır.
11 Aralık 2013 Çarşamba
Bir annenin kayıp kızı için Tanrıya sitemi
Zavallı kadın:
"Kızım evladım..!" diyordu. "Benim zavallı yavrucuğum! Seni artık hiç göremeyeceğim demek. Herşey bitti demek artık! Halbuki bütün bunlar dün olmuş gibi geliyor bana! Tanrım, ulu Tanrım, madem elimden bu kadar çabuk alacaktın, ne diye verdin onu bana? Çocuklar annelerinin etinden, kanından bir parçadır, çocuğunu kaybeden bir ana da artık Tanrı'ya inanmaz olur, bunu bilmiyor musun? Ah, ne ettim de o gün sokağa çıkasım tuttu? Tanrım, yavrumu böylece elimden aldığın sırada, hiç beni onunla bir aradayken seyretmedin mi? Onu bağrımda nasıl sevinçle, neşeyle ıssıtığımı, meme emerken onun bana nasıl gülümsediğini, ninik ayaklarını göğsümün üstünden ta dudaklarına kadar nasıl götürdüğünü görmedin mi?
Ulu Tanrım, bunları görmüş olsaydın sevincim karşısında merhamete gelir, yüreğimde kalan tek sevgiyi böylece, elimden almazdın? Tanrım, o kadar fena insan mıydım ki, bana bu kötülüğü reva görmeden bir kerecik olsun yüzüme bakmadın ? İşte, yavrumun patiği burada, ama ayağı nerede? vücudu nerede? Kendisi nerede? Kızım, evladım, seni ne yaptılar? Tanrım, geri ver onu bana. Tam onbeş yıl sana yalvara yalvara dizlerim yara içinde kaldı, bu kadarı yetmez mi artık? Geri ver onu bana, bir gün, bir saat, bir dakikacık olsun geri ver onu bana Tanrım! Sonra da beni ebediyen ceheneminde yak! Eteğinin bir parçası nerede süründüğünü bir bilsem, iki elimle ona yapışır, ta çocuğumu bana verinceye kadar eteğini bırakmazdım. Onun minicik patiğine olsun acımıyor musun, Tanrım? Zavallı bir anayı tam on beş yıl böyle azap çekemye nasıl mahkum edebilirsin? Ey meryem Ana! Göklerin iyi kalpli bakiresi! Benim İsa'mı yediler kanını yedileri kanını iştiler, kemiklerini çiğnediler! Ey iyi niyetli Meryem Ana, sen bana acı! Kızım, yavrum lazım bana! ama o şimdi cennetteymiş, ne umurumda? Ben senin meleğini değil kendi evladımı istiyorum! Bir dişi aslanım ben, yavru aslanımı istiyorum!
Yerlerde sürünerek kıvranacağım, kafamı taşlara vura vura kıracağım. Lanete uğrayacağım, ama çoçuğumu vermesen, sana da lanet edeceğim...
...
NOTRE DAME'IN KAMBURU (Viktor HUGO)
5 Aralık 2013 Perşembe
Sokrates diyor ki "Sorgulanmamış bir hayat süren insanların hayatı, kendi ellerinde yada kendi kontrollerinde değildir. Onların denetimi dışarıdan gelmektedir" bende diyorum ki bu denetimi elimize almanın zamanı gelmedi mi? neden birşeyleri sorgulamaktan çekiniyoruz? neden putlaştırılmış düşünceleri yıkmaktan çekiniyoruz ve öylece kabul ediyoruz?, birileri tarafından kontrol edilirken bir insan ne kadar kendisi olabilir ki? ve yine aynı şekilde bir insan kendisi değilken nasıl dürüstlükten, güvenirlikten bahsedebilir ki... ve daha nice nedenler sayılabilirim siz siz olmadıktan sonra...
Ötekileştirdiğiniz Çocuğum
Ötekileştirdiğiniz Çocuğum
4 Aralık 2013 Çarşamba
Kızlı erkekli ev meselesi
Biz kızlı erkekli aynı evde kalmayı savunmuyoruz, biz 18 yaşını doldurmuş hukuken özgür bireylerin tercihlerine saygı duymayı onların özel hayatına müdahale edilmemesi gerektiğini savunuyoruz. Bir şeyi savunmak istemek farklı bir şeydir, ona saygı duymak karışmamak farklı bir şeydir. Sadece kendi yararımıza olan hakları isteyip diğerlerine karşı çıkarsak yıllarca Kürtleri yok sayan zihniyetten ne farkımız kalır.
30 Kasım 2013 Cumartesi
Sorsan Herkes İyidir!
Ne Tuhaftır ki biri halımızı hatırımızı sorduğu zaman yalan da olsa hep iyiyim diyoruz. Bu bir alışkanlık oldu bizde kötü de olsak iyi de olsak hep iyiyiz diyoruz. Ben sizi bilmem ama biri beni sorduğu zaman hep iyiyim diyorum ve işin kötü tarafı ise aynı soruyu ben kendime sorduğumda bu resimdeki duvar gibi kendimi yıkık, dökük, harabe olmuş gibi bir ruh haline bürünüyorum.
Ötekileştirdiğiniz Çocuğum
29 Kasım 2013 Cuma
Cem Adriana Süpriz Doğum Günü Klibi
Cem Adrian'ın 2013 yılında çıkarmış olduğu albümünün "Mutlu Yıllar" adlı parçasını Cem Adrianın hayranları tarafından doğum günü hediyesi olarak kendisi için hazırlamışlar. Bir sanatçı için gurur verici birşey olsa gerek.
Cem Adrian Türkiye standartları üzerinde bir ses ve bana göre Cem Adrian antik yunan çağlarında yaşasaydı kesinlikle ses Tanrısı olurdu :))
Cem Adrian Türkiye standartları üzerinde bir ses ve bana göre Cem Adrian antik yunan çağlarında yaşasaydı kesinlikle ses Tanrısı olurdu :))
Monou'ya göre bazı kadın adları
....
Magistri'ye göre bazı kadın adları varmış ki bunlarda çok tatlı, çok esrarlı bir büyü gizliymiş. Dur bakalım, bu konuda Monou neler söylüyor: 'Kadınlar saygı görürlerse buna Tanrılar da sevinirler. Kadınları hor gördükleri yerlerde Tanrılara yalvarmak boşunadır. Bir kadının ağzı daima temizdir, saftır.Bu ağız bir akarsu, bir güneş ışını gibidir. Bir kadının adı hoş, tatlı, hayali okşar olmalıdır... Uzun ve sesli harflerle sona ermeli ve bir duanın kelimelerini andırmalıdır....'
...
NOTRE DAME'IN KAMBURU (Viktor HUGO)
Magistri'ye göre bazı kadın adları varmış ki bunlarda çok tatlı, çok esrarlı bir büyü gizliymiş. Dur bakalım, bu konuda Monou neler söylüyor: 'Kadınlar saygı görürlerse buna Tanrılar da sevinirler. Kadınları hor gördükleri yerlerde Tanrılara yalvarmak boşunadır. Bir kadının ağzı daima temizdir, saftır.Bu ağız bir akarsu, bir güneş ışını gibidir. Bir kadının adı hoş, tatlı, hayali okşar olmalıdır... Uzun ve sesli harflerle sona ermeli ve bir duanın kelimelerini andırmalıdır....'
...
NOTRE DAME'IN KAMBURU (Viktor HUGO)
Barış Atay'dan Hükümete Mektup
Şu kadarını söyleyeyim. Böyle devam etmez, hiçbir dikta sonsuza kadar sürmez. Çünkü hiçbir toplum; sizin sandığınız ve buna güvendiğiniz kadar aymaz değildir.
Ben bu ülkenin, durmadan ötekileştirdiğiniz fertlerindenim. Bu ülkede; size rağmen insanca yaşayacağımıza olan inancı kaybetmeyenlerdenim. Ben geleceğine sahip çıkan ve bunu gasp etmeye çalışanlara hesap soran biriyim.
Uzun zamandır bu yazıyı yazsam mı yazmasam mı diye düşünüyorum. Şimdiye kadar karar verememem; sizden çekindiğimden değil, bir vatandaş olarak bana yaşattıklarınızın yarattığı hissi, insanlığımdan çıkmadan ve şu ana kadar taşımaktan gurur duyduğum insan yanımı yok etmeden nasıl yazabilirim diye düşünmektendi. Hala bilmiyorum ama deneyeceğim, çünkü artık dayanamıyorum.
2002'de, ilk geldiğiniz günü hatırlıyorum. Henüz neler olabileceği konusunda ayrıntılı bir değerlendirme yapma fırsatı bulamamıştım. Geçtiğimiz on yılda; yaşadığım ve sevdiğim bu ülkeyi, gün be gün, an be an biraz daha batağa saplayışınızı ve bundan aldığınız garip hazzı gördüm.
Ben bir oyuncuyum. Doğal olarak işim; karakter yaratmak, yarattığım karakterin psikolojisini anlamak ve duruma uygun bir alt metin oluşturmak. Ne yazık ki bu on yılda, başta başbakanınız olmak üzere hiçbirinizin nasıl bir psikoloji içerisinde olduğunuzu anlayabilmiş değilim. Sizlere hangi açıdan bakarsam bakayım, fantastik, sürreal, ve inanılması güç karakterler çıkıyor karşıma. Bu durumu sadece benim hayal gücümün eksikliği olarak tanımlayabilmeyi ve çözüme ulaşmayı çok isterdim fakat öyle değil. Bu olsa olsa; sizlerin, hayal bile edilemeyecek şeyler yapan ve bundan zerre kadar pişmanlık ya da rahatsızlık duymayan, psikoz yaşayan insanlar olduğunuzu gösterir. Çünkü hiçbir insan, bu kadar yanlışı ve zulmü ardarda yapıp, bunu normalmiş gibi anlatıp, bundan bir başarıymış gibi söz edip, zevk alamaz.
Ben bu ülkenin, durmadan ötekileştirdiğiniz fertlerindenim. Bu ülkede; size rağmen insanca yaşayacağımıza olan inancı kaybetmeyenlerdenim. Ben geleceğine sahip çıkan ve bunu gasp etmeye çalışanlara hesap soran biriyim.
Uzun zamandır bu yazıyı yazsam mı yazmasam mı diye düşünüyorum. Şimdiye kadar karar verememem; sizden çekindiğimden değil, bir vatandaş olarak bana yaşattıklarınızın yarattığı hissi, insanlığımdan çıkmadan ve şu ana kadar taşımaktan gurur duyduğum insan yanımı yok etmeden nasıl yazabilirim diye düşünmektendi. Hala bilmiyorum ama deneyeceğim, çünkü artık dayanamıyorum.
2002'de, ilk geldiğiniz günü hatırlıyorum. Henüz neler olabileceği konusunda ayrıntılı bir değerlendirme yapma fırsatı bulamamıştım. Geçtiğimiz on yılda; yaşadığım ve sevdiğim bu ülkeyi, gün be gün, an be an biraz daha batağa saplayışınızı ve bundan aldığınız garip hazzı gördüm.
Ben bir oyuncuyum. Doğal olarak işim; karakter yaratmak, yarattığım karakterin psikolojisini anlamak ve duruma uygun bir alt metin oluşturmak. Ne yazık ki bu on yılda, başta başbakanınız olmak üzere hiçbirinizin nasıl bir psikoloji içerisinde olduğunuzu anlayabilmiş değilim. Sizlere hangi açıdan bakarsam bakayım, fantastik, sürreal, ve inanılması güç karakterler çıkıyor karşıma. Bu durumu sadece benim hayal gücümün eksikliği olarak tanımlayabilmeyi ve çözüme ulaşmayı çok isterdim fakat öyle değil. Bu olsa olsa; sizlerin, hayal bile edilemeyecek şeyler yapan ve bundan zerre kadar pişmanlık ya da rahatsızlık duymayan, psikoz yaşayan insanlar olduğunuzu gösterir. Çünkü hiçbir insan, bu kadar yanlışı ve zulmü ardarda yapıp, bunu normalmiş gibi anlatıp, bundan bir başarıymış gibi söz edip, zevk alamaz.
‘Yemin etmek’ ne demektir?
Yemin etmek tam anlamıyla ne demektir? Milletvekili olmak için gerekli midir? Yemin Allah huzurunda söz vermek değil midir? Dolayısıyla yemin etmek için inançlı olmak gerekmez mi? Milletvekili inançsızsa yemin etmek zorunda mıdır? İnançsız kişi laf olsun diye yemin ederse yemini sayılır mı? Yemini kim sayar, muhatabı kimdir? Yeminine sadık kalmayana ne olur? Kanunen cezası var mıdır? Devlet kurumlarında inanç gösterisi yasaksa mecliste neden yemin edilir? Dini sembol kabul edilen kıyafetlerle meclise girilemezken dini bir söylem olan yemin meclise nasıl girer? Dinle devlet işlerini birbirinden ayıracağım diye yemin etmek nasıl bir anlam taşır?
Öncelikle merak ettiğim laik bir ülkenin meclisinde acaba neden yemin edip duruluyor? Yemin etmek neden şart? Yemin etmek istemiyor madem vekiller... etmesinler. Milletvekilleri yemin etse ne olur etmese ne olur? Yok, laf olsun diye sormuyorum... gerçekten etmeseler ne olur? Bilmemek ayıp değil ya, bilmiyorum ve bugün ben de sizlere soruyorum.
Yemin etmek vekiller tarafından özü itibariyle bir anlam taşımıyorken, üstelik bunu da herkes biliyorken, zorlama niye?.. Bu söylemimden sonra, kimse çıkıp da ‘yok canım, öyle demeyin, bu ülke bunca yıldır, bunca siyasi parti, kişi, asker, yargıç, hakim, bürokrat tarafından Allah inancı ve hesap verme korkusuyla yönetildi, ya yemin etmeseler nice olur halimiz?..’ demez herhalde...
Derseniz de, bu ülkede suçları kanıtlanmadığı halde halen hapiste yatan 110 bin tutukluyu, 12 Eylül darbesi ile yıllarca hapiste işkence görmüş 500 binden fazla insanı, yakınlarını, vesayet rejimleri dönemine ait 17 bin faili meçhulün ailesini pek inandıramazsınız... Yolsuzluk konularına hiç girmiyorum, sayfalar yetmez...
Köşe yazısının orjinal metnin tamammını okumak için bu linki kullanabilirsiniz
Esra Uçar - BUGÜN
Öncelikle merak ettiğim laik bir ülkenin meclisinde acaba neden yemin edip duruluyor? Yemin etmek neden şart? Yemin etmek istemiyor madem vekiller... etmesinler. Milletvekilleri yemin etse ne olur etmese ne olur? Yok, laf olsun diye sormuyorum... gerçekten etmeseler ne olur? Bilmemek ayıp değil ya, bilmiyorum ve bugün ben de sizlere soruyorum.
Yemin etmek vekiller tarafından özü itibariyle bir anlam taşımıyorken, üstelik bunu da herkes biliyorken, zorlama niye?.. Bu söylemimden sonra, kimse çıkıp da ‘yok canım, öyle demeyin, bu ülke bunca yıldır, bunca siyasi parti, kişi, asker, yargıç, hakim, bürokrat tarafından Allah inancı ve hesap verme korkusuyla yönetildi, ya yemin etmeseler nice olur halimiz?..’ demez herhalde...
Derseniz de, bu ülkede suçları kanıtlanmadığı halde halen hapiste yatan 110 bin tutukluyu, 12 Eylül darbesi ile yıllarca hapiste işkence görmüş 500 binden fazla insanı, yakınlarını, vesayet rejimleri dönemine ait 17 bin faili meçhulün ailesini pek inandıramazsınız... Yolsuzluk konularına hiç girmiyorum, sayfalar yetmez...
Köşe yazısının orjinal metnin tamammını okumak için bu linki kullanabilirsiniz
Esra Uçar - BUGÜN
Ötekileştirilen Kadınlarımız
Lafta herkes bunu savunur ve söyler.
Uygulamada bunun nedense esamesi bile okunmaz…
Oysa hayatın her alanında, yaşamın ayrılmaz iki parçasıdır kadın ve erkek.
Erkeklik dürtüleri ön plana çıktığında, başımızın tacı yaparız kadınları.
Anadır onlar, bacıdır, eş ve sevgilidir. Öyle ki, onlarla ilgili kötü bir laf sarf edildiğinde hiç düşünmeden kan dökeriz. Cennetin bile anaların ayaklarının altında olduğuna inanarak çok büyük değer biçeriz kadınlarımıza.
Peki ya hayat mücadelesinin içine girdiğimizde, neden birden bire değişir ve arka plana atarız onları?!.
Neden değersizleştirip eksik etek görürüz?!.
Küçümseriz.
Çalışma hayatında erkek kadın eşitliğini bir kenara atarız. Dikkate bile almayız.
Ellerinin hamuruyla erkek işine bulaşmasını hazmedemeyiz.
Öteleriz, ikinci, üçüncü plana iteriz.
Erkeklerle aynı kulvarlarda koşabileceğine inanmayız. İnanmak istemeyiz…
Oysa dillendiremesek de, ellerinden her işin gelebileceğini çok iyi biliriz.
Biz erkeklerden daha detaycı, daha hırslı, daha düzenli ve tertipli oldukları için, el attıkları işlerde başarılı olmaları ya da işi kotarmaları gururumuza dokunur.
Ne de olsa onlar kadıdır.
Evde oturmalı, ortalıkta pek görünmemeli, sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemeli düşüncesiyle ötekileştiririz.
28 Kasım 2013 Perşembe
Çırılçıplak Bir Nilüfer
Olduğum her şey olmaktan vazgeçiyorum... Ve işte kendimi soyuyorum.
Türk değilim, müslüman değilim, sünni değilim, erkek değilim, kırk üç
yaşinda değilim, hiçbir meslekten değilim. Olduğum her şeyi olmaktan
utanıyorum. Olduğum her şey olmaktan vazgeçiyorum ve onların yerine
başka şey de olmuyorum.
Sonsuz bir nehirde hiçliğe akan köksüz ve kızıl bir nilüfer gibi çırılçıplak akıyorum. Ve hep aynı şeyi soruyorum: kendime kavuşabilmek için kendimden ne kadar soyunmalıyım? Siz kendinize kavuşabilmek için kendinizden ne kadar soyunmalısınız?
Türk, Kürt, Müslüman, Alevi, Sünni, Yahudi olarak ne kadar kendinizsiniz? Ne kadarınızı televizyon ve gazete haberleri oluşturuyor. Olduğunuz şeyler sizi kendiniz mi yapiyor, yoksa ruhunuzla teniniz arasındaki o büyük engelleri mi oluşturuyor taşıdığınız sıfatlar?
Hepimizin gözlerinde biriken o ortak hüzün, ortaklaşa taşıdığımız bir yorgunluğun sırtımıza yüklediği çaresiz keder değil mi? Ve artık kendimizden, yorgunluğumuzdan ve çaresizliğimizden soyunmamız gerekmiyor mu biraz? Hepimiz bir sürüye sığınan zavallı bir kuzu ve hepimiz bir sürünün parçası olmanın verdiği cesaretle bir kurt değil miyiz ve hep kendi kendimizi yemiyor muyuz?
Sonsuz bir nehirde hiçliğe akan köksüz ve kızıl bir nilüfer gibi çırılçıplak akıyorum. Ve hep aynı şeyi soruyorum: kendime kavuşabilmek için kendimden ne kadar soyunmalıyım? Siz kendinize kavuşabilmek için kendinizden ne kadar soyunmalısınız?
Türk, Kürt, Müslüman, Alevi, Sünni, Yahudi olarak ne kadar kendinizsiniz? Ne kadarınızı televizyon ve gazete haberleri oluşturuyor. Olduğunuz şeyler sizi kendiniz mi yapiyor, yoksa ruhunuzla teniniz arasındaki o büyük engelleri mi oluşturuyor taşıdığınız sıfatlar?
Hepimizin gözlerinde biriken o ortak hüzün, ortaklaşa taşıdığımız bir yorgunluğun sırtımıza yüklediği çaresiz keder değil mi? Ve artık kendimizden, yorgunluğumuzdan ve çaresizliğimizden soyunmamız gerekmiyor mu biraz? Hepimiz bir sürüye sığınan zavallı bir kuzu ve hepimiz bir sürünün parçası olmanın verdiği cesaretle bir kurt değil miyiz ve hep kendi kendimizi yemiyor muyuz?
Ötekileştirilen Çoçuklar
Hepimizin
her yer de karşısına çıkan, gözlerimizi gözlerinden kaçırdığımız,
görmezden geldiğimiz, onların aslında birer çocuk olduğunu unutmayı
tercih ettiğimiz ötekileştirdiğimiz çocukların hikayesidir bu…
En çok mahkeme
tutanaklarında geçer adları, gazete sayfalarında gözleri bantlı ad ve
soyadları rumuzlaştırılmış çocuklardır…Çoğunlukla esmer tenli, üstü başı
yırtık, elleri tırnakları kararmış, kendilerine literatürde bulunmayan
işler icat eden çocuklar…Kimisi hurdacı, kimisi karton- gazete toplayıcısı, ayakkabı boyacısı, mezarlık sulayıcısı……
Sokaklar
erken büyütür insanı…Hele açlık ve soğuk da eklenince elleri küçük,
yüzleri çizğilenmiş büyük adamlar sarar etrafımızı..
Özgeçmişlerine
baktığımızda çoğu Doğu illerinden gelme, en az 6-7 kardeş, yoksul ve
dar gelirli aile çocuklarıdır..Kimisi 15-16’ sın da evine ekmek getirme
telaşına girer, kimisi de yollara vurur kendini.…Yeni bir başlangıç için
büyük kentleri bir umut görüp, yaşamın bir kıyısına kendilerini iliştirme mücadelesine girişirler, yaşlarına ve boylarına bakmadan…
Kendi
coğrafyalarından, kültürlerinden, ailelerinden kopmuş (koparılmış) bu
çocuklar, ne giyimleri ne duruşları ne de dilleriyle kentlerin cilalı
görüntüsüne uyum sağlayabildiler… Onlar da kentlerin arka sokaklarını,
gözden uzak parklarını, köprü altlarını seç(?)tiler…Kimi zaman “çevre
kirliliği yarattıkları gerekçesiyle” bazı kentlerin iş bilir
yetkililerinin emriyle minibüslere doldurularak şehir dışlarına kedi yavrusu gibi bırakıldılar…Kendilerini bırakan araçlardan daha hızlı döndüler kentlerin kalbine, çoktular, çocuktular…
Bugün üniversite mezunu olan binlerce insanın dahi iş bulamadığı büyük kentlere akın akın gelen bu
çocuklar, çok da fazla seçme şansları olmayan ve sonuç ta birer hırsız,
birer yankesici, tinerci, kapkaçcı sıfatları adlarının başına
eklenegelen çocuklar oluverdiler…
Yani suçlu(?) çocuklar, suça itilmiş çocuklardı artık ve koca koca adamların yargılandığı mahkeme salonlarında aynı tarzda yargılandılar, yasalarımıza rağmen…
Büyük
düşlerle çıktıkları yolların sonu, cezaevleri kapılarına
çıktı…İstatistiklere baktığımızda artık toplumsal bir yara haline gelen,
gelecekleri ve düşleri çalınmış bu çocuklar, kendilerinden ümit kesilmiş bir kenarda unutulmuş kendilerinden vazgeçilmiş çocuklardı...
Sırf
biz geceleri rahat uyuyalım diye, kolumuzdan çantamız çekilmesin diye,
neyi neden yaptığını sorgulamaya iş yoğunluğumuzdan vakit ayır(a)madığımız, banka hortumcularının açıklarını kapatmakla meşgul olup bütçe ayır(a)madığımız
ya da önceliklerimiz arasına koy(a)madığımız ve bu nedenle gözlerden
uzak tutmak için demir parmaklıklar arkasına kapatarak rehabilite
ettiğimizi sandığımız , bizim “öteki çoçuklar” dı bunlar.…
Mahkeme
tutanaklarına sanık sıfatıyla kaydettiğimiz, madalyonun öbür yüzünden
baktığımızda, birer toplum mağduru olan çocuklarımız, geleceğimiz…
CMUK, Yeni adıyla CMK(Ceza Muhakemesi Kanunu) gereği zorunlu müdafilik sistemi nedeniyle tanıştığım çocuklardı çoğu…
Ölüler Böyle Sever
Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği
gibi, makbul biri değilim. Kötü adamı sevdim hep, kanunsuzu, hergeleyi.
İyi işleri olan sinek kaydı tıraşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam.
Ümitsiz adamları severim, dişleri kırık, usları kırık, yolları kırık
adamları. İlgimi çekerler. Küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar. Adi
kadınlardan da hoşlanırım; çorapları sarkmış, makyajları akmış, sarhoş
ve küfürbaz kadınlardan. Azizlerden çok sapkınlar ilgilendiriyor beni.
Serserilerin yanında rahatımdır, çünkü ben de serseriyim. Kanun sevmem,
ahlak sevmem, din sevmem, kural sevmem. Toplumun beni
şekillendirmesinden hoşlanmam.
İKİ ŞARAPÇI
Yirmi yaşlarındaydım, çok içiyor, kötü
besleniyordum ama güçlüydüm hâlâ. Bedenen demek istiyorum, ki hayatımda
her şeyin ters gittiğini düşünürsen bu da bir şanstı. Beynim kaderime
isyan ediyordu ve bu isyanı bastırmanın tek yolu içmek, içmek ve
içmekti. Yürüyordum; çoraplarım keçeleşmişti. kokuyorlardı. Çiviler
ayakkabılarımın tabanını delip ayağıma batıyorlardı. Mukavva veya gazete
koyuyordum tabanlara ama bir süre sonra çiviler onu da deliyor, ya
mukavvayı değiştiriyordum bulabilirsem, ya da eskisini çeviriyor veya
şeklini değiştiriyordum.
Bir kamyon durdu yanımda. Oralı olmadım, yürümeye devam ettim. Kamyon tekrar yanıma geldi, şoför bir süre yanımda sürdü.
“Evlat.” diye seslendi, “iş ister misin?”
“Kimi öldüreceğim?”
“Kimseyi öldürmeyeceksin,” dedi adam, “bin.”
Kamyonun öbür yanına dolandığımda kapı
açıktı. Basamağa basıp tırmandım, deri koltuğa oturup arkama yaslandım.
Güneşten kurtulmuştum.
“Ağzına alırsan sana beş dolar veririm,”
dedi adam. Sağımı midesine, solumu kulağı ile ensesinin arasında bir
yere gömdüm ve çenesine bir sağ aparkütle devam ettim. Kamyon yoldan
çıktı. Direksiyonu kavrayıp kamyonu yola soktum, kontak anahtarını
kapattım ve frene bastım. Kamyondan inip yürümeye başladım. Beş dakika
sonra kamyon yine yanımdaydı.
“Kusura bakma, evlat,” dedi adam.
“Yanlış yaptım. İbne olduğunu ima etmek istememiştim. Hafif ibnemsi bir
halin olduğunu itiraf etmeliyim ama. Hem ibne olmak ayıp mı?”
“İbneysen değildir herhalde.”
“Hadi,” dedi adam, “sana gerçekten iş vereceğim. Biraz para kazanır, kendine gelirsin.”
Bindim kamyona. Sürdü.
“Kusura bakma,” dedi, “yüzün hayli sert ama ellerine baksana. Ellerin çok zarif, kadın eli gibi.”
“Ellerim seni fazla meşgul etmesin.”
“İş kolay değil. Ray yükleyeceksin. Ray yükledin mi hiç?”
“Hayır.”
“Zor iştir.”
“Hayatım boyunca zor işlerde çalıştım.”
“Pekala,” dedi adam, “öyle olsun.”
Çekilmez Bir Adam
Çekilmez bir adam oldum yine
Uykusuz, aksi, lanet
Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi
Azgın bir hayvan döver gibi
O gün çalışıyorum
Sonra birde bakıyorsun ki
Ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü
Sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün
Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün
Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet
Çekilmez bir adam oldum yine
Uykusuz, aksi, lanet
Yine her seferki gibi haksızım
Sebep yok olması da imkansız
Bu yaptığım iş ayıp rezalet
Fakat elimde değil
Seni kıskanıyorum.
Nazım HİKMET
Kaydol:
Yorumlar (Atom)






